ÖDEV ARŞİVİ
Sayın Ziyaretçimiz;
Ödev Veya Konu Anlatımları Kategorilerini Görebilmeniz İçin Üye Olmanız Gerekmektedir...
Ödev Arşivimizi Sadece Üyelerimiz Görebilir
ÖDEV ARŞİVİ
Sayın Ziyaretçimiz;
Ödev Veya Konu Anlatımları Kategorilerini Görebilmeniz İçin Üye Olmanız Gerekmektedir...
Ödev Arşivimizi Sadece Üyelerimiz Görebilir
ÖDEV ARŞİVİ
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
ÖDEV ARŞİVİ

Özgür Arşiv
 
AnasayfaGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 ATATÜRK’ÜN SANAT ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Serkan_Baskan
ViP Üye
ViP Üye
Serkan_Baskan


Mesaj Sayısı : 94
Paylaşımcı Puanı : 185
Kayıt tarihi : 19/04/09

ATATÜRK’ÜN SANAT ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR Empty
MesajKonu: ATATÜRK’ÜN SANAT ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR   ATATÜRK’ÜN SANAT ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR Icon_minitimePaz Nis. 19, 2009 7:08 pm

ATATÜRK’ÜN
SANAT ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR





ATATÜRK’ÜN
SANAT ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR



(1)
Bu bölümde SANAT konusu ile ilgili düşüncelerimizi ATATÜRK'ün ifadeleri ile
bağlantılı olarak vereceğiz... SANAT da ülkemizde en çok çarpıtılan, ne olduğu
bilinmeden savunulan kavramlardan biridir. Yazımız incelendikçe görülecektir
ki, bize gerekli olan SANAT, hiç bir zaman sağda solda yutturulan paçavralar
değil!



Önce
belirtelim ki, SANAT, MİLLİ KÜLTÜR'ün bir parçasıdır. KÜLTÜR olmadan SANAT
olmaz, MEDENİYET te olmaz. MİLLİ KÜLTÜR olmadan sanat olacağını sananlar
aldanır... Yani üç gün Avrupa'da kalıp bir kaç yabancı sanatçının kuyruğunda
dolanmakla TÜRK SANATÇISI olduğunu iddia etmek; saçmalıktan öteye gitmez.
BEYNELMİLEL KÜLTÜR, BEYNELMİLEL SANAT, BEYNELMİLEL MEDENİYET yoktur. Bunların
hepsi dünyanın COĞRAFİ BÖLGELER'ine, insanların DİNLER'ine, IRKLAR'ına göre
FARKLILIK gösterir. Eğer göstermiyecek hale gelmişse; o zaman ZAYIF olan KÜLTÜR
güçlü olanın içinde ERİMİŞ gitmiş demektir!.



Bizim
Mona Lisa gibi bir tabloyu, Musa gibi bir heykeli yapanımız yok diye dövünmenin
anlamı yoktur. Çünkü böyle biri Amerika'da da yok!.. Öyle bir sanatkâr ve sanat
eseri ancak FLORANSA'DA, ETRÜSK KÖKENLİ KÜLTÜR içinden çıkabilirdi. Çıkmıştır
da...



Bizim
de SELİMİYE CAMİMİZ, MİNYATÜRLERİMİZ, halk DESTANLARIMIZ var. FERHAT ile ŞİRİN
gibi bir HİKÂYE hiç bir Avrupa kültüründen çıkamaz... Onlar dövünüyorlar mı,
böyle derin mânâlı, böylesine duygusal bir aşk hikâyesi yazacak incelikte
insanlarımız yok diye?.. Umurlarında bile değil!.. Çünkü BATILILAR başkalarının
KÜLTÜR ve SANAT'ı ile ilgilenmezler. Ancak müzede veya turist olarak seyretmeyi
severler.



(2)
İşte SANAT konusunda ATATÜRK'ün sözlerini çarpıtma, bu ifade ile başlıyor.
Dikkat edilirse, ATATÜRK bu sözleri ADANA ESNAFI'na söylemiş. Yani, dülger,
saraç, kaşıkçı, terzi vs. gibi kişilere!.. Kendini "profesyonel"
sanatçı ilan edip te "niye benim zırvalarımı alan yok?" diye feryat
eden zibidilere değil!



Hemen
belirtelim ki, her mesleğin İYİSİ olduğu gibi KÖTÜSÜ de vardır. KÖTÜ AŞÇI, KÖTÜ
MARANGOZ, KÖTÜ ŞOFÖR, KÖTÜ ÖĞRETMEN olduğu gibi, KÖTÜ SANATÇI da elbette
vardır. Nasıl mide fesadına uğramamak için KÖTÜ bir LOKANTA'da KÖTÜ bir
AŞÇI'nın KÖTÜ YEMEĞİ'ni yemezsek; KÖTÜ bir SANATÇI'nın da zırvaları ile
zihnimizi, ruhumuzu fesada uğratmamak gerekir.



Öyleyse
biz RESİM, HEYKEL, ŞİİR, BESTE gibi bazı kategoriler tesbit edip, sonra
"ben RESİM yaptım" diyen herkesi SANATÇI sayamayız!..Her İKİ SATIR
karalayana, ŞAİR, İKİ NOTA tıngırdatana MÜZİSYEN veya BESTECİ diyemeyiz!..



İşte
bu noktada SANAT denen şeyin ne olduğu önem kazanıyor... SANAT için bir KISTAS
tesbit edip, o kıstasa uyan RESİM, ŞİİR vs.yi SANAT saymak daha akla yakın
geliyor.



SANAT,
HAYAT'tan kopuk olamaz!.. Hatta ESER'in HAYAT'la bağlantısı ne kadar çok ve iyi
kurulursa, o kadar SANAT olma özelliği artar. Bu durumda ATATÜRK'ün saydığı
bütün meslek erbabı birer SANATKÂR'dır!..



Su
içtiğiniz testi, müzede iken "sanat eseri" oluyor da; köşedeki
çömlekçiden alınca neden küçümseniyor ki?.. Üstünüze örttüğünüz yorgan,
giydiğiniz pantalon, kullandığınız oklava eğer işinizi yapmanızı kolaylaştırıyorsa;
zevkinize uygun ve sağlam ise elbette ki bir SANAT ESERİ'dir. En hantal
görünüşlü bir fırıncı küreği, yürüdüğünüz kaldırıma döşenmiş taş, zevkle
süslenmiş bir manav tezgahı bile SANAT ESERİ'dir!.. Bunlardan herhangi birinin
SANAT ESERİ sayılması için, üzerinden yüzyıllar geçmesine ihtiyaç yoktur! Tabii
SANAT'tan anlayana!



SANAT
ESERİ'nin basit, sağlam, kullanışlı olması; bir süs eşyası olmasından çok daha
makbuldür. Eğer müzelerdeki eşyalar dikkatle incelenirse, gerçek SANAT
ESERLERİ'nin BASİT ve KULLANIŞLI olduğu, ancak sonradan toplumların
züppeleşmesi sonucu, KULLANIŞLI olma yerine SÜS'ü tercih ettikleri görülür.
Bizim "süs" sandığımız pek çok şey de aslında kullanana veya görene
mesaj iletmek için yapılmıştır. Çorap ve kilim desenleri gibi... Sırf görüntü
için süslenmiş gündelik eşyalar, kullanılma yerine SERGİLENME içindir!..Vazo
gibi!.. Çoğu çiçek koymak yerine gösteriş için salonlara yerleştirilir.



İşte
sahte "sanatçı"ların bizi yanılttıkları ve atalete, kolaycılığa
sevkettikleri husus budur. GERÇEK ÜRETİM, GERÇEK SANAT demek olan HERKESİN
İŞİNİ EN İYİ ŞEKİLDE YAPMASI anlayışının terkedilip, belirli bir gruba imtiyaz
olarak verilen "sanatçı" etiketi, hem ÜRETİCİ MESLEKLER'in
küçümsenmesine, hem de bir takım değersiz, işe yaramaz nesnelerin
"sanat", onları çırpıştıranların da "sanatçı" diye baştâcı
edilmesine yol açmıştır!



Tekrar
edelim ki, HAYATA YÖNELİK KALİTELİ ve ZEVKLİ her ÜRETİM SANAT'tır!.. Eğer
uyduruk "sanat"; bu tarz ÜRETİM'in gözden düşmesine yol açarsa,
MİLLET'in HAYAT DAMARLARI'ndan biri, işte o zaman kesilmiş olur!.. Sözde
"sanatçı"sı bol, her tarafı incik boncuk tarzı eşyalar, kulakları
tırmalayan şarkılar dolu bir ülke oluruz; ama her tuttuğumuz mal dökülür,
elimizde kalır.



Bazıları
SANATKÂR ile ZENAATKÂR'ın birbirinden farklı olduğunu, bizim açıklamamızın
ZENAAT ve ZENAATKÂR'la ilgili olduğunu söyliyecektir... Doğru!.. GÜZEL SANATLAR
ile uğraşanlara SANATKÂR, MESLEK ERBABI na da ZENAATKÂR denmesi, tanım
kolaylığı sağladığı için bizce de uygundur. Ancak ZENAAT'ın; en az SANAT kadar
değerli olduğunu kabul etmek, ve ZENAATKÂR'ı SANATKÂR'dan aşağı görmemek
kaydıyla!



Ne
var ki, ATATÜRK böyle bir ayırım yapmaz. Burada ATATÜRK'ün hitap ettiği kitle
ZENAATKÂRLAR'dır, ATATÜRK onları SANATKÂRLAR'ın önüne geçirmiştir. Kendini
"sanatçı" sayan zibidiler, bu sözü çarpıtıp kendine yontamaz!



(3)
ATATÜRK burada DEVLET'in amacının FERDİ SANATKÂR yetiştirmek olmadığını, bunun
yararının olmadığını söylüyor!.. Bu fikri anlamak için gerçekten üzerinde kafa
yormak lâzım... CEMİYET hayatında insanların birbirine muhtaç olduğu bir
ortamda bir tek kişinin SANATKÂR olması, dünya çapında olsa bile, toplumun
ihtiyacını karşılamaz. Öyleyse amaç, az sayıda çok meşhur SANATKÂR yerine; çok
sayıda, ama becerikli ve toplumun diğer elemanlarıyla kaynaşmış SANATKÂR yetiştirmek
olmalıdır. İnsanları "sanat yapıyorum" diye boş işlerle uğraşmaya
teşvik etmek yerine; basit te olsa lüzumlu eşyalar üreten ZENAATKÂR olmaya
heveslendirmek gerekir.



Nitekim
ATATÜRK, palavra "sanatçı"lar ile hiç ZAMAN kaybetmediği gibi; GERÇEK
SANATKÂRLAR'a dahi ayırdığı zamandan çok daha fazlasını, basit ama gerekli eşya
üreten ZENAATKÂRLAR'a ayırmıştır.



Biz
de geçenlerde televizyonda söğüt dallarından çeşitli ebatlarda sepet örüp yurt
dışına ihraç eden bir kasaba halkını gördüğümüzde; bu olayın BURAK KUT'un
"Amerika'da klip yapması"ndan daha önemli bir SANAT OLAYI olayı
olduğunu düşündük. (1997)



(4)
Bu kısımdaki sözler muhtemeldir ki GÜZEL SANATLAR ile uğraşanlar için
söylenmiştir. Bu gruba GERÇEK EDEBİYATÇILAR, ŞAİRLER, BESTEKÂRLAR, RESSAMLAR, HEYKELTRAŞLAR,
MİMARLAR, USTALAR, FİLM YÖNETMENLERİ girer. Bunlar elbette kendileri bir ESER
meydana getiren, ve kendilerinden sonraki nesillere devreden üstün
şahsiyetlerdir.



Bir
de İCRACILAR vardır ki, bunlar kendileri bir eser üretmez, başkalarının eserlerini
kendi kaabiliyetlerini ortaya koyarak icra eder. MÜZİSYENLER, AKTÖRLER gibi...
Zamanımızda TEKNOLOJİ bunların icra ettiklerinin de geleceğe yansımasını
sağladığı için, MESLEK ERBABI'ndan ziyade SANATKÂR sayılmaktadırlar.



Bizce
her iki grupta da GERÇEK SANATKÂR olabilmek için, kişinin yaptığı ESER'in
MÜKEMMEL olmasına, aldığı ÜCRET'ten daha fazla önem vermesi gerekir. Yoksa bir
yazarın her kitabı ESER değildir, bir bestekârın her ŞARKI'sı eser değildir.
Hele bir şarkıcının piyasa için icra ettiği parça, sırf "adı meşhur"
diye ESER sayılamaz!



Bu
değerlendirmemize Picasso gibi ressamlar, Bethoven gibi bestekârlar da
dahildir... Biz resimden de, klasik müzikten de fazla anlamayız. Ama eminiz ki,
anlıyanlar meseleye böyle bakınca en meşhur zatların bile ESER sayılamıyacak
parçalarını bulacaklar ve GERÇEK SANAT ile TİCARI MAL olan ürünleri
ayıracaklardır.



ATATÜRK,
GERÇEK SANATKÂR'ın TARİH ve TOPLUM bilgisine sahip olduğunu söylüyor. KEMAL
TAHİR ile ATTİLA İLHAN; TARİH bilmeyenin köy romanı bile yazamıyacağına
inanırlar. Her ikisi de bizce son derece haklıdır. Geçmişi ve içinde yaşadığı
toplumu tanımıyanların alnına, geleceği aydınlatan o İLAHİ IŞIK vurmaz!.. Onun
için her "sanatçı" geçinen, ATATÜRK'ün bu sözünü hemen üstüne
alınmasın!



SANATKÂR'ın
KÜLTÜRLÜ olması ise, sadece kendi dalında değil; TÜRKÇE, SOSYOLOJİ, EKONOMİ,
DÜNYA AHVALİ, SANAT ve SİYASET'ten anlaması, hatta FİZİK, KİMYA, BİOLOJİ,
ASTROMİ, TIP hakkında bilgi sahibi olması demektir.



Bir
örnek verelim: SHAKESPEAR eserlerinde İNGİLTERE, DANİMARKA, İTALYA gibi
ülkelerin tarihinden, kültüründen yola çıkmış; olayları işlerken bütün
insanların muhatap olabileceği ENTRİKA, İHANET, CİNAYET, AŞK, KISKANÇLIK gibi
konular üzerinde durmuş; ve son derece ŞAİRÂNE ifadeler ile İLAHİ ADALET,
DÜRÜSTLÜK, FEDAKÂRLIK gibi duygular aşılamıştır. SHAKESPEAR onun için büyüktür.
GOETHE, DICKENS, LONDON, PUŞKİN de böyledir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Serkan_Baskan
ViP Üye
ViP Üye
Serkan_Baskan


Mesaj Sayısı : 94
Paylaşımcı Puanı : 185
Kayıt tarihi : 19/04/09

ATATÜRK’ÜN SANAT ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR Empty
MesajKonu: Geri: ATATÜRK’ÜN SANAT ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR   ATATÜRK’ÜN SANAT ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR Icon_minitimePaz Nis. 19, 2009 7:08 pm

ATATÜRK
işte böyle SANATKÂR'ın elinin öpüleceğini söyler!.. Yoksa pavyon şarkıcısının,
homoseksüel sözde "ressam"ın, palavra "şair"in değil!..
Onlara zaten "sanatkâr" denmez, "şarkıcı, türkücü, dansöz,
tiyatrocu. soytarı, cambaz, hokkabaz, madrabaz" falan denir.



ATATÜRK,
GERÇEK SANATKÂR'ın elini öpmeye hazırdır. Ama eminiz ki, ATATÜRK aynı saygıyı
mesleğini en iyi şekilde yapan bir ZENAATKÂR'a da gösterirdi. Onu bir
SANATKÂR'dan ayırmazdı. Çünkü SÜLEYMANİYE CAMİİ her ne kadar MİMAR SİNAN'ın
eseri diye bilinirse de; onun ÇİNİLER'ini bezeyen, MİNBER'ini oyan, TAŞLAR'ını
yontan, HARC'ını karan USTALAR'ın da eseridir. Onlar, adları bilinmese de,
ÖLÜMSÜZ SANATKÂRLAR'dır.



(5)
ATATÜRK hem MEDENİ, hem YÜKSEK KÜLTÜR sahibi olarak gördüğü TÜRK MİLLETİ'nin
elbette GÜZEL SANATLAR'da geri kalmasını kabul etmez. Ancak SANATKÂRLAR'a da
SANAT DERSİ vermekten kendini alamaz!..



Burada
İNCE RUHLU, HASSAS ATATÜRK'ün ne kadar büyük bir SANATKAR olduğunu da
görüyoruz. Zaten o ASKERLİK SANATI'nda bir DEHA'dır, SİYASET SANATI'nda bir
DEHA'dır, EKONOMİ SANATI'nda bir DEHA'dır, HİTABET SANATI'nda bir DEHA'dır!..Bu
yüzden SANAT DERSİ vermesini yadırgamadık.



Kaldı
ki, günümüzde İNCE RUHLU, HASSAS olmak ne kelime; YONTULMAMIŞ KERESTE türünden
olan "sanatçı"ların buna çok ihtiyacı var. Sadece MÜZİSYEN, ŞAİR,
RESSAM, HEYKELTRAŞ, MİMAR değil; ROMANCI, HİKAYECİ, FİLM YÖNETMENİ, TİYATROCU
takımının da ATATÜRK'ten öğreneceği çok şey var.



Bu
hususları açıklamadan önce birlikte bir tesbit yapalım istiyoruz: Bir ülkenin
SANATKÂRLAR'ı yüksek vasıflı iken, hiç halkı kaba saba, duygusuz olabilir mi?..
Eğer bir toplumda kabalık, saygısızlık, şiddet artıyorsa; o ülkenin SANATKÂRLAR'ı
gerçekten RUHUN GIDASI olan MÜZİK, ŞİİR, BALE, OPERA, kısacası SANAT yapıyor
olabilirler mi?.. Daha doğrusu onların yaptığına SANAT denebilir mi?



İşte
ATATÜRK bu sorulara çok kesin cevap veriyor: SANAT, GÜZELLİĞİN
İFADESİDİR!..GÜZEL OLMAYAN SANAT OLMAZ, OLAMAZ!..HİÇ BİR ÇİRKİNLİK, SANAT DİYE
YUTTURULAMAZ! Bakınca insana HAZ vermeyen, içinde GÜZEL duygular uyandırmayan,
HUŞU yaratmıyan, MÜSBET yönde coşturmayan BESTE, ŞİİR, RESİM paçavradan
ibarettir. Bunlar tuvalet kağıdı bile olarak kullanılmaz!



Onun
içindir ki, pek çok insan, dolaştığı uyduruk bir heykel sergisinden daha çok,
AVANOS'taki çömlek ustasının TESTİ yapışından etkilenir!..



Biz
bir seferinde, bildiğiniz süpermarket sepetlerine yine bildiğiniz yorgan-yastık
doldurup bununla sergi açan, ve DEVLET kendisini desteklemiyor diye yakınan bir
"sanatçı"yı televizyonda seyrederken, gülmekten katılıyorduk. Bu
hatun ne tür "sanat" yapıyordu anlıyamadık, ama bizce
"soytarılık" dalında oldukça başarılı sayılabilirdi!



Denilebilir
ki:



HAYAT
her zaman GÜZELLİK'ten ibaret değil! ACI, IZDIRAP, SEFALET, FELÂKET ve hatta
ÇİRKİNLİKLER ile dolu!..SANAT, GÜZELLİĞİN İFADESİ ise, HAYAT'ın bu GERÇEKLERİ
hiç SANATKÂR'ın röpörtuvarında yer almıyacak mı?..



Elbette
alacak!.. Ama GERÇEĞE UYGUN şekilde. O çirkinliği gören insanda GÜZEL DUYGULAR
yaratarak!..Nasıl mı?.. Bunu da GÜZEL SANATLAR'ı tek tek incelerken anlatalım.



(6)
ATATÜRK'ün EDEBİYAT tarifi son derece güzel... Biz burada sadece EDEB kavramı
üzerinde durmak istiyoruz. EDEBİ kelimesi EDEBİYAT ürünü anlamına geldiği gibi,
EDEB'e uygun, AHLÂKLI anlamı da taşır. Bunun içindir ki, hiç bir EDEBİYAT ürünü
AHLÂK'a aykırı bir mesaj veremez, insanı edebsizliğe yönlendiremez!



Yani
bir eser ahlâksızlıklar, namussuzluklar üzerine kurulmuş olabilir... Bunların
en ince teferruatına dahi inebilir... Ama okuyucu bunları okurken özenmek,
şehvet duymak yerine; TİKSİNTİ ve NEFRET'le dolmalı ki, o kötülükler ile
mücadele edebilsin!



Yoksa
insanları olduklarından daha EDEBSİZ, daha AHLÂKSIZ, daha NAMUSSUZ olmaya
sevkedecek bir kitabın EDEBİ sayılması mümkün değildir.



Bu
görüşümüz bir iddiadan ibaret değildir. ANTİGONE'den bu yana SHAKESPEAR'in,
GOETHE'nin, HUGO'nun, DICKENS'ın, hatta macera romanı yazarı DUMA'nın, MICHEL
ZEVAKO'nun klasikleşmiş bütün eserlerinde, hep ÜSTÜN DUYGULAR aşılandığını
görürsünüz. MACBETH, FAUST, SEFİLLER, ÜÇ SİLAHŞÖRLER, hatta PARDAYANLAR hep
böyledir. Böyle olmayan bir tek KLASİK eser bulamazsınız!..Klasikleşecek
değerde olmayan kitapların yazarları ise, en fazla MAHKEME KÂTİBİ
seviyesindedir. Sırf karnını doyurmak için yazmıştır.



SANATKÂR
ve EDEBİYATÇI'nın sıradan insandan TEK farkı vardır. Çevresinde gördüklerini ve
hissettiklerini başkalarına GÜZEL bir İFADE ile yansıtırlar... Yoksa SANATKÂR'ı
herkesten daha UYANIK ve daha HASSAS sanmak, yanlış olur.



İşte
SANATKÂR, bu YANSITMA sürecinde, başkalarında olmayan bir silaha maliktir...
GÜZEL İFADE'si karşısındakinde onun istediği duyguları uyandırma gücüne
sahiptir. O yüzden de SANATKÂR ağır SORUMLULUK taşır. Eğer SANATKÂR EDEBLİ ise;
eserlerinde ahlâksızlığı işlerken DÜRÜSTLÜK, korkuyu işlerken CESARET, ızdırap
ve felaketleri işlerken SABIR, MERHAMET ve FEDAKÂRLIK aşılar..



.
Reşat Nuri'nin ÇALIKUŞU'nu okurken adeta FERİDE'nin o saf, temiz, ölümsüz
AŞK'ını yaşar; ANADOLU'nun ihmal edilmişliğini ruhunuzda hisseder, DEVLET
dairelerindeki laçkalığa isyan eder; Miralay'ın bütün yalnız kızları çakalların
elinden korumasını dilersiniz.



Bu
tür eserler ölümsüzdür. Ta eski GREK yazarlarından, Leyla ve Mecnun'dan,
Hamlet'ten günümüze değerlerini kaybetmedikleri gibi; verdikleri mesajlar da
CİHANŞÜMUL'dür. Yani dünyanın her neresinde olursa olsun, önemini kaybetmez.
Onun için ÇALIKUŞU dizisinin Orta Asya TÜRK cumhuriyetlerinde ve Rusya'da
gösterildiği günlerde dillerden düşmemesini, tabii görmek gerekir.



ATATÜRK,
askerlerin bile VATAN SEVGİSİ, KAHRAMANLIK, CESARET, ŞAHADET, FEDAKÂRLIK
konularında EDEBİYAT yoluyla daha kolay eğitilebileceğine inanır. Haksız da
değildir... Ömer Seyfettin'in BAŞINI VERMEYEN ŞEHİT, VİRE, YALNIZ EFE
hikayeleri en korkak, en bencil, en dirayetsiz insandan bile bir MİLLİ KAHRAMAN
yaratacak güçtedir.



Tabii
aynı derecede kuvvetli kalemi olup ta ÜLKE aleyhine, DEVLET, MİLLET, DİN,
İNSANLIK aleyhine yazanlar da bu GÜÇLÜ SİLAH'a sahiptir... MİLLİ MÜCADELE
zamanında Ali Kemal böyle bir kalemdi. Belki kendi inandıklarını yazıp
çiziyordu, ama savunduğu MİLLİ MENFAATLER'e tersti. Çok zararı dokundu.
İstanbul'a girildiğinde tutuklanıp ANADOLU'ya yargılanmak üzere gönderildi,
ancak İZMİT'te halk tarafından linç edildi... Turan Dursun, keza, DİN eğitimi
görmüş ancak sonradan sapıtmış biri idi. Kalemi güçlü olduğu için İSLAMİYET
aleyhine yazdıkları, bilhassa DİNSİZ veya DİN duygusu zayıf aydınlar arasında
büyük ilgi gördü, doğru kabul edildi. Sonunda canından oldu.



Biz
bu konuda GERÇEKÇİ'yiz. Öyle "fikir hürriyeti, ifade özgürlüğü,
demokrasi" palavralarına pabuç bırakmayız. İFADE yazıya geçince, ekrana
yansıyınca, mikrofondan dökülünce bir SİLAH haline gelir!.. Bu yüzden YIKICI
FİKİRLER'in DEVLET'E ÇEVRİLMİŞ SİLAH'tan farkı yoktur. Böyle kişilerin susması,
susmuyorlarsa susturulması gerekir. Gazeteci, yazar gibileri MEMLEKET aleyhine
tavır aldıkları takdirde, herhangi bir teröristten farkı yoktur. Onlar gibi
hapse tıkılırlar.



ŞİİR'e
gelince... Biz gerçek ŞAİRLER'in çok DUYGULU insanlar olduğunu biliyoruz, ama
"en çok duygulu" insanlar olduğu düşüncesine katılmıyoruz. Çünkü bir
tek mısra bile yazmamış, ilkokul mezunu kişilerin bir yaprağın düşüşünden, bir
kuşun ötüşünden, radyoda çalan bir şarkının nağmelerinden İLAHİ DUYGULAR'a
kapılıp ağladığını gördük... Bu kişilerin duygularını kâğıda, mısralara
dökememesi, onları bir ŞAİR'den alt mertebeye koymaz.



Ancak
ŞAİR'in durumu sade vatandaştan farklıdır. ATATÜRK, ŞAİRLER'den MÂNÂLI ŞİİR
istiyor... Yani EDEBÎ MESAJ'ı olan, insanlara ÜLKÜ, İDEAL aşılıyan, duygularını
pastan kirden arındıran, hareketlerine cevvaliyet kazandıran şiirler istiyor.
Aynı şey ROMAN, HİKÂYE için de geçerlidir.



Ama
bir de son 30 yıldır yazılıp çizilen "roman"lara,
"hikaye"lere, "makale"lere, manzum bile olmayan
"şiir"lere bakınız... ALLAH aşkına, içinde cımbızla seçebileceğiniz
3-5 taneden başkası, ne işe yarar?.. Sarfedilen kâğıda, mürekkebe, elektriğe,
onları koymak için yapılan rafların kerestesine bile yazık!...



ATATÜRK,
"güzelliğin ifadesi bina ise bu MİMARİ olur" diyor...OSMANLI
dönemindeki CAMİLER, MEDRESELER, KÖPRÜLER göz kamaştırırken; ATATÜRK döneminde
FONKSİYONEL binalar ön planda idi. Bunlar hâlâ ANKARA’NIN ana caddelerini
süsler. Ama ya ondan sonra, bilhassa MENDERES, DEMİREL döneminde "indir
kaldırımı, kaldır kaldırımı" zihniyeti ile yapılan onca inşaat?..Ya o yüz
karası gibi gözümüzün önünde duran binalar?..Mesela ilk
"gökdelen"imiz, 60'lı yılların medar-ı iftiharı Kızılay'daki GİMA
binası 18 katına, yüzlerce işyerine rağmen, biliyor musunuz ki PARK YERİ
unutulmuş bir binadır!..



Orta
Doğu Teknik Üniversite'sinin ilk binalarını yapmış olan zibidi mimar ise,
"yaptığı binaların görüntüsünü bozacağı için diğer binaların başka mimara
verilemeyeceğini" iddia etmiş; bu suretle hazır işe konmuş, ancak sonraki
binaları hep şişirmiştir. Mesela Yabancı Diller Okulu için yaptığı 5 katlı, 40
sınıflı ek binayı en az 1000 öğrenci kullanacağı halde bir kantin, işçilere ait
oda, ve eşya deposu bile koymayı unutmuştur.



Ya
müteahhitlere "iş bitirtmekle" şöhret yapmış olan İhsan Doğramacı'yı
uyutan Beytepe Kampusu mimarları?.. 3 katlı kantin, kafeterya binasına TUVALET
koymayı unutmuşlar!..Düşünün bir kere öğrenci yemek yemeğe gelecek, elini
yıkayacak yer yok!.. Sıkışsa gidecek yer yok!.. Öyle 3-5 kişi değil, yüzlerce
insan bu!.. Üstelik tesadüfen girdiğimiz bu binada hacet gideremeyince, sorduk.
Ne cevap verdiler, biliyor musunuz?.. "Bu binada yoktur, yandaki binada da
tuvalet yoktur. Onun yanındaki Postane'nin yanında küçük bir tuvalet vardır,
oraya gidin"... Gördünüz mü çağdaş(!) mimariyi?..



Beytepe
binalarının çoğunun KALORİFER'i de yetersizdir, zavallı öğrenci ve hocalar
palto ile ders yapar... Üniversite binaları böyle olursa, varın siz 1950-1980
arasında yaşanan "kalkınma" furyasında yapılan diğer binaları, çöken
inşaatları, bozulan yolları, uyumsuz görüntüleri düşünün!..



İnsanın
içini bulandıran bu MİMAR "sanatçı"ların hikayesini yine tesbiti çok
kolay bir örnekle bitirelim: Ankara'nın Çankaya semtinin en mutena yerinde 1980
yapımı bir MALİYE SİTESİ vardır...Bu sitenin bitmesine yakın 12 katlı binasının
arkasında teneke bir boru yükseldi...Taa tepeye kadar!.. "Acep bu ne ola
ki?" diye merak edip sorduk...Meğer sitenin KALORİFER BACASI unutulmuş!..
Kalorifer ocağının dumanını binanın dışından o çirkin boruyla havaya vermek
zorunda kalmışlar. Tıpkı gecekondular gibi!..Düşünebiliyor musunuz, 100 küsur
daireli bir inşaat yıllarca sürüyor; ne mimarı, ne inşaat mühendisi, ne kontrol
mühendisi, ne müteahhidi, ne ustası, ne kalfası "Bu binanın bacası
nerede?" diye sormuyor!.. Uyduruk "sanatçı" yetiştirmekten
MESLEK erbabı ZENAATKÂR yetiştirmeye vakit bulamamışız da ondan!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
ATATÜRK’ÜN SANAT ÜZERİNE SÖZLERİ - AÇIKLAMALAR
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İngilizce ata Sözleri
» ATATÜRK'ün Hayatının İngilizcesi
» ATATÜRK'ÜN DIŞ POLİTİKA ANLAYIŞI

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ÖDEV ARŞİVİ :: Ödev ve Konu Anlatımı Kategorileri :: Müzik-
Buraya geçin: